Medrese Atatürkçülüğünden Gerçek Atatürkçülüğe – Doğan Avcıoğlu

Aramızdan ayrılışının 36. yılında saygı ve umutla anıyoruz.

MEDRESE ATATÜRKÇÜLÜĞÜNDEN GERÇEK ATATÜRKÇÜLÜĞE

Atatürk’ün bari sözlerini alıp onu sosyalist ilan edebilirsiniz. Başka sözlerine bakıp, onun liberal olduğunu söyleyebilirsiniz. Büyük Kurtarıcı, çeşitli şartlarda çeşitli sözler etmiştir. Bu sebeple onu anlamak için kelama dayanan bir cins medrese edebiyatını bırakıp Atatürkçülüğü tarihi gelişmesi içinde yakalamaya çalışmak gereklidir.

Kurtuluş savaşımız, dış kapitalizme ve emperyalizme karşı milli burjuvazinin en aydın tabakalarının önderliğinde yürütülmüş bir mücadeledir. Milli Mücadele, emperyalizme karşı olma niteliği ile ihtilali, bizimki bir burjuva ihtilali olduğu için ondan esasta ayrılır. İhtilalin ekonomik amacı, yabancı burjuvazinin yerine yerli burjuvaziyi oturtmaktı. Kapitalist Mösyö Dupont gidecek, Kapitalist Ahmet Efendi gelecekti. Kapitülasyonların tasfiyesi, yabancı şirketlerin millileştirilmesi bu açıdan değerlendirilmelidir. Bir taraftan yabancı sermaye kovulmuş öte yandan yerli kapitalist eliyle bir sanayileşme hareketine girişilmiştir.

Daha İzmir İktisat Kongresinde kapitalist gelişme ilkesi kabul edilmiş, İş bankası 1924 de kapitalizmin kalesi olarak kurulmuştur. Sanayi Teşvik Kanunu, sınai teşebbüs  kuracaklara muazzam imtiyazlar getirmiştir. Devlet harcamaları bir <<müteahhit>> sınıf yaratma yolunda kullanılmıştır. Burjuvazinin iktidardaki devrimci unsurları kapitalizm yolunda, Şişlinin düşmanla işbirliği yapan yüksek burjuvazini ithalatçı, bankacı, ihracatçı ve komisyoncu gibi azınlıklara mensup aracıları, Babıali’nin köhneleşmiş memur burjuvazisini bile ayırt etmeyecek kadar müsamahakar davranmışlardır. Ankara Palas ve Karpiç, 1924’den itibaren Şişli burjuvazisiyle ve , Babıali kadrosuyla dolmuştur. Şişli, ihtilalci kadroya salonlarını açarak ve kızlarını vererek yakınlaşma durumunu sağlamlaştırma fırsatını kaçırmamıştır. Bu izdivaçlar, İş bankası etrafında kümelenen bazı ihtilallerinin iş hayatına atılmalarıyla tekleştirilmiştir.

Daha sonraki devletçilik denemesi, esas itibarıyla cılız özel teşebbüsün yapamadığını yaparak kapitalizmi güçlendirme çabasını yansıtır. Özel teşebbüs Türkiye’de devlet harcamaları ve ihaleleriyle gelişmiştir. Kapitalistlerimiz, daha fazla taviz kopartmak amacıyla, bürokrasinin beceriksizliklerini ileri sürerek devletçiliğe karşı olduklarını yaygaracı bir üslupla söyleseler de, objektif olarak, kapitalist sermaye birikiminin temel kaynağını teşkil eden bu tip bir devletçilikten yanadırlar. İkinci Dünya Savaşı yıllarında sert ve hayli keyfi bir devletçilik uygulandığı halde, kapitalizm büyük bir gelişme kaydetmiştir. Bugün bile devlet harcamalarında ve yatırımlarında bir azalma, piyasada ciddi bir durgunluğa yol açmaktadır. Sermaye piyasası yaratma edebiyatı, YÖN’ün ileriki sayılarında açıklayacağımız üzere, devlet elindeki yatırım kaynaklarını özel sektöre transfer etme hikayesidir. Türkiye’de liberal kapitalizmin en amansız düşmanları, hiç şüphe edilmesin, sosyalistler değil kapitalistlerdir.

Halktan Kopuş

Kurtuluş Savaşının daha ilk yıllarından itibaren, Ankara’da bakanlıklar kadrolarını dolduran devrimci burjuvazinin, batı kapitalizmin devamı olan aracılara gösterdiği aşırı müsamaha ve yakınlaşma, burjuva ihtilalinin Batıdakinden farklı olarak feodalizme karşı ilerici bir nitelik kazanmasını da önlemiştir. Toprak reformu 1924 Anayasasına konan peşin ödeme hükmüyle engellenmiştir. İyi niyetlere kurulan Ziraat Bankası, eşraf egemenliğinden kurtulamamış, %10 faizle alınan banka kredileri, %80 ila %100 faizle çalışan tefecilere fon teşkil etmiştir. Hele buğday fiyatlarının birkaç kuruşa düşmesine uzun yıllar seyirci kalınması, devrimci kadro ile halk arasına geniş bir uçurum doğurmuştur.

Kurtuluş Savaşında devrimci burjuvazinin şevkle peşinde giden halk kitleleri, bir defa daha aldatıldığı kanısına kapılarak, devrimci kadrodan uzaklaşmıştır.

Ağa – Aracı Koalisyonu

İkinci Dünya Savaşını bu şartlar içinde yaşadık harpte zenginleşen burjuvazi, artık iktidarda doğrudan doğruya söz sahibi olmak zorundaydı. Gerçi, Kurtuluş Savaşının bir memur burjuvazisine inkılap eden devrimci unsurları, Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren kapitalist sınıfı güçlendirmek uğrunda çaba göstermişti. Ama gene de egemenlik ihtilalci kadronun ve memur burjuvazinin elindeydi. Burjuvazi şimdi tam egemenliğini kurmak ve memur burjuvazisine boyun eğdirmek istiyordu. Burjuvazi, toprak ağalarıyla da birleşerek, iktidarı tam olarak ele geçirme mücadelesine girişti. Burjuvazi bu mücadelede ihtilal kadrosunda aradığını bulamayan halk kitleleri tarafından desteklendi. Demokrat Parti bir halk hareketi olarak değil, halkı da peşinden sürükleyen bir muhafazakâr burjuva hareketi olarak gelişti. Bu gelişme, CHP içinde de vuku buldu. CHP’de de, ihtilal kadrosu, burjuva ve toprak ağası lehine gücünü yitirdi. Ama CHP geniş halk kitleleri arasında, bürokratların partisi olma hüviyetini hala unutturamamıştır.

Memur burjuvazisini, halkı da peşinden sürükleyerek karşı çıkan toprak ağası ve aracı faaliyetlere yönelmiş burjuvazi koalisyonunun harekete geçirilen halk kitlelerinin ihtiyaçlarının cevap verecek hızlı sanayileşme ve kalkınmanın vazgeçilmez şartları olan toprak reformu, dış ticaretin ve bankaların devletleştirilmesi, plan gibi köklü reformlara gitmesi mümkün değildi. Bu, koalisyonun kendi kendini inkâr etmesi demekti. Ama harekete geçirilen kitleleri de bir şeyler vermek gerekti.

Bu aczini gören Ağa-Aracı koalisyonunun milletler arası kapitalizme sığınmaktan başka çaresi yoktu. Askeri üs ihtiyacı, Türkiye’ye Sam Amca için de önem kazandırınca, Ağa-Aracı koalisyonu, memleketi yabancı kapitalizme ardına kadar açtı. Böylece yeni sömürgecilik dönemine girerek 1919 yılında başladığımız noktaya gelmiş olduk.

20.yüzyılda, burjuva önderliğindeki Milli Kurtuluş hareketlerinin birçoğunun akıbeti budur. Bu ülkeler sömürgecilikten ya da yarı sömürgecilikten kurtulmak için açtıkları mücadeleyi, görünüşteki siyasi bağımsızlığa rağmen, ekonomik bağımsızlıkların burjuvazinin ehliyetsizliği yüzünden yitirerek kaybetmişlerdir. Bu çıkmazdan kurtulmasını bilen Milli Kurtuluş hareketleri de olmuştur. Yalnız bu ülkelerde burjuvazinin devrimci unsurları emperyalizm ile olan savaşlarında halkçı bir yön tutmuşlar ve halk kitlelerine dayanarak emperyalizmin tabi müttefiki olan aracı burjuvazi ve toprak ağasını köklü reformlarla etkisiz hale getirmişlerdir ve kapitalist olmayan bir kalkınma yoluna girmişlerdir. Başka bir deyişle çağımızda burjuva kalkınma safhasının imkansızlığını anlayan burjuvazinin ileri unsurları sınıflarını inkâr etme pahasına memleketlerini henüz sosyalist olmayan fakat kapitalist hiç olmayan bir kalkınma ve ilerleme yoluna sokmuşlardır.

Kurtuluş Savaşından sonra Türkiye’miz, bu yolda ilk örneği verebilirdi. Temel amacı <Türkiye’mizi hızla çağdaş uygarlık düzenine ulaştırmak> olduğu herkesçe kabul edilen Atatürk, büyük insanlara hür sesiyle, bu hedefe götürecek metodu da bulmuştur: Laik bir toplumda, gücünü milliyetçilikten alan, halkçı, devletçi ve devrimci bir politika. Ne var ki, kapitalist kalkınma metodundan başka yollar da olabileceğini tasavvur dahi edemeyen ihtilalci kadro, daha Kurtuluş Savaşının ilk yıllarında, ekonomik ve sosyal alanda, ne halkçı, ne devrimci ve ne de devrimci olan bir kapitalizm çıkmazına sürüklenmiştir. Büyük dünya buhranı bir uyanışın hareket noktasını teşkil etmişse de girişilen devletçilik hareketi, temel yapı reformlarına gitmediği için, devlet eliyle bazı fabrikalar kurmaktan ibaret kalmış ve ikinci bir fırsat böylece kaçırılmıştır.

İki tarihi fırsatı kaçıran ve halkın da desteğini yitiren iktidardaki devrimci burjuvazinin, kendi politikasıyla güçlendirdiği ağa ve aracı koalisyonu karşısında yenik düşmesi kaçınılmaz bir sonuçtur. Yine kaçınılmaz olan bir sonuç, dış kapitalizme bağlı, yani kökü dışarda bir ağa-aracı koalisyonunun, emperyalizmle savaş demek olan milli kurtuluş hareketine ihanet ederek, memleketi yabancı kapitalizme peşkeş çekmesidir.

Halka ekmek veremeyen ve halkın bilinçlenmesinden de korkan ağa-aracı koalisyonu döneminde başka bir kaçınılmaz sonuç, gerici akımların hızla genişlemesi ve komünizmle mücadele gerekçesiyle bütün vatanseverlerin kötülenmesidir. Fakat oynanan artık anlaşılmaya başlamıştır. Olaylar, ağa-aracı koalisyonunun memleketi kalkındıramayacağının her geçen gün yeni ve kesin delillerini vermektedir. Olayların zoruyla bilinçlenen halk kitlelerinin, yeni yeni aldatmacalarla daha uzun zaman avutmak çok güçleşmiştir. %3 nüfus artışı bile başlı başına köklü değişikliklerin müjdecisidir. Ve pahalı bir ödemeden sonra artık Türkiye’mizin çağdaş uygarlık düzeyine nasıl ulaşacağı değişen dünya şartlarının da yardımıyla öğrenilmiştir. Kurtuluş yolumuzun Atatürk’ün halkçı, devrimci ve devletçi politikasını tavizsiz uygulamak olduğu bilinmektedir.

Türk milliyetçileri birincisinin devamı olan ikinci milli kurtuluş savaşını mutlaka kazanacaklardır.

Doğan AVCIOĞLU, YÖN, 13 Kasım 1964