Gelecek Nasıl Gelecek?

Geçtiğimiz aylardan itibaren –aslında senelerdir- ülkemizde doğa katliamı yaşanmakta. Sahip olduğumuz, geleceğimizin teminatı birçok değerimizi göz göre göre kaybediyor ve yeşil olmayan bir geleceğe adım adım ilerliyoruz. Çanakkale ve Balıkesir illerinin arasında yer alan Kaz Dağları’nın geçtiğimiz aylarda yok edilmesi için ne yazık ki düğmeye basıldı. Kirazlı’ da siyanürle altın aramak için iki yüz bin’ den fazla ağaç katledildiği tespit edildi. Katledilen ağaçlar; kaz dağlarının, onun can verdiği su kaynaklarının, tarım ovalarının ve çeşitli canlıların yuvasının yok olmasına, devamında ise oksijenimizin çok daha hızlı tükendiği hava ve toprak kirliliğinin artış gösterdiği bir geleceğin bizleri beklemesi anlamına gelmekte. Dünyanın Amazonlardan sonraki ikinci en kaliteli oksijen kaynağı olan Kaz Dağları’nda siyanürlü altın madenine karşı binlerce insan su ve vicdan nöbeti tutmakta, daha yeşil bir gelecek için mücadele etmektedir.

 Hes projeleri, madenler, taş ocakları, biokütle enerji santralleri, termik ve nükleer santraller gibi birçok plansız, düşünülmeden belli bir çıkar uğruna uygulamaya konulan projeler doğanın metalaşmasına, anlamını ve değerini yitirmesine sebep oluyor. Türkiye’de ne yazık ki belirlenen projelerin birçoğu biokütle enerji santrali olarak başlayıp daha sonrasında katı atık yakma tesisine dönüşüyor. Bunun sebebi katı atıkları dönüştürerek çevreye kazandırmak yerine, yakarak kurtulmanın çok daha kolay bir işlem olarak görülmesidir. Örneğin Bursa Karaağız köyünde geçtiğimiz aylarda biokütle enerji santraline karşı üç yüz kırk iki gündür bir mücadele söz konusuydu. Köylerine biokütle termik santrali istemeyen köylüler santral alanında gece gündüz var güçleriyle nöbet tuttular, davalar açtılar. Açtıkları davalar sonucunda uygulanması düşünülen plan değişikliği, Bursa Toprak Koruma Kurulu Kararı ve yapı ruhsatının iptal edilmesi ile köylüler mücadelelerini kazandılar. Biokütle enerji santrallerinin amaç dışı kullanılması gibi Türkiye’deki HES projeleri de ne yazık ki amacının dışında faaliyet göstermekte. Türkiye’de ne yazık ki Doğu Karadeniz başta olmak üzere Türkiye’nin neresinde bir akarsu yatağı, kaynağı bulunuyorsa ÇED’in araştırmalarına, bölgenin HES projesine uygun olup olmamasına bakılmadan sadece kâr amacı güderek çalışmalara başlanılıyor.

HES projeleri kadar sonu belli olmayan bir başka proje de Nükleer Santraller. Dünya çapında elektrik üretimi için yaklaşık elli yıldır nükleer enerji kullanmamıza rağmen elli yıldır cevaplanamayan sorune yazık ki hep aynı. ‘‘Üretimden sonra ortaya çıkacak yüksek radyoaktif atıklar nerede depolanacak?’’

Türkiye’nin ilk nükleer enerji santrali olması planlanan Mersin Akkuyu Nükleer Güç Santrali’nin Mersin’de halkın ve birçok belediyenin nükleer santrale karşı olmasına rağmen temel atma töreni gerçekleşti. Oluşacak santralin doğa ve insanlar üzerinde yaratacağı olumsuz etkiler, santral sonrası toprakta artık gerçekleşemeyecek olan tarım ve hepsinden ziyade ortaya çıkacak atıkların saklanması ve taşınması durumundaki belirsizlikler halkın mücadelesine yol açmış fakat projenin ne yazık ki önüne geçilememiştir.

Türkiye yenilenebilir enerji kaynakları açısından oldukça zengin bir ülke olmasına rağmen, potansiyel ve bu potansiyelden yararlanma arasında ciddi farklar söz konusudur. Ülkenin enerjide dışa bağımlılık oranları göz önünde bulundurulacak olursa mevcut yenilenebilir enerji potansiyellerinin kullanıma kazandırılması uzun dönemde Türkiye açısından oldukça önemli bir hal almaktadır. Yenilenebilir enerji kaynaklarının elimizde potansiyeli fazla bir şekilde bulunurken, neden yenilenebilir enerji kaynakları ile üretim yapmıyor da doğayı, canlıların yaşam alanını ve geleceğimizi yok ediyoruz? Günler geçtikçe elimizde kalan doğal alanlarımızı sorumsuzca tahrip ediyor, canlı hayatlarını tehlikeye atıyor, doğa ve insanlık için önüne geçilemeyecek problemler yaratıyoruz.

Daha sağlıklı, modern ve sürdürülebilir bir yaşam için doğaya ihtiyacımız var. Doğayı ve yaşam alanlarımızı sermaye birikimine katmadığımız, doğa ve insan sömürüsü üzerine kurulu bir sistemin var olmadığı çevre ve yaşam odaklı politikaların üretilmesine ihtiyacımız var!