Köylüyü kalkındıracak model; Köy Enstitüleri…

Buse Mızrak

1923-1946 yılları toplumsal ve kültürel açıdan yeni rejimin kurulması, yeni değerlerin benimsenmesi ve sağlam hedeflerin atılması açısından Türkiye’de önemli bir tarihsel aralıktır. 1940’ta 6 yaşın  üzerindeki nüfusun %78’i okuryazar değildi. Köylerde ise bu oran %90’dı.[1] Bu dönemlerde, ilimi ve fen’i hedef alan Cumhuriyet Rejiminin gerçekleşmesi, ekonomik kalkınmanın oluşması ve Türk Devrimi Aydınlanmasının gerçekleşebilmesi için eğitim şarttı. Köylünün kalkınması, sosyal ve ekonomik anlamda köyün canlanması ancak eğitim ile mümkün olabilirdi. Bu canlanma ise ancak öğretmen ve eğitim kanalıyla sağlanabilirdi.

2. Meşrutiyet Dönemi, köy eğitimi ile ilgili düşüncelerin başlangıç noktasını oluşturmaktadır. Köy eğitimi ile ilgili düşüncelerin şekillenmesindeki ilk isimlerden birisi de Ahmet Tevfik’dir. Ahmet Tevfik’e göre ülkenin zenginlik kaynağı tarımdır. Bu sebepten dolayı Ahmet Tevfik, öğretmen okullarının köylerde veya köy yakınlarında kurulacak çiftlik okulları içinde açılmasını ve bu okulların uygulama okulları olmasını önermiştir. [2] Bu düşünceleri destekleyen ve faaliyete geçirilmesi için katkı sunan Kastamonu mebusu İsmail Mahir Efendi, Osmanlı Mebusan Meclisi’nde eğitim ile ilgili yapmış olduğu konuşmasında yeni bir öğretmen modeli önermiştir. Bu modele göre, ülkede yetmiş sancaktan her birinin çiftlik kurulabilecek bir yerinde, birer yatılı kız ve erkek ilkokulu açılacak ve buralarda okul açılması planlanan köylerden toplanacak birer kız ve erkek çocuğa dört yıllık ilköğretim verilecektir. Bu yıllarda öğrenciler köyün sosyal ve ekonomik bütün bilgilerini teorik ve pratik olarak kazandıktan sonra eğitimin ikinci aşamasına geçilecek ve öğrencilere üç yıl boyunca ilk öğretmen okulları programı uygulanacak ve öğrenciler bir yıl uygulama sonunda köy öğretmeni olacaklardır. Bununla beraber her köy imkânlarıyla küçük çiftliği bulunan bir okul ve öğretmen evi yapmaya mecbur tutulacaktır.

Bilindiği üzere önceki dönemlerde köy öğretmeni yetiştiren kurumlar vardı. Fakat planlanan köy enstitülerini bu kurumlardan ayıran farklılıklar vardı. Köy enstitülerinin programında ziraat sanatları, basit marangozluk, demircilik, tarla tarımı, köy ev ve el sanatları gibi birçok teorik bilginin yanı sıra pratik bilgileri ve kazanımları da içeren dersler mevcuttu. Köy öğretmeni yetiştirme konusunda adım adım çalışmalar başlamıştı. Yapılan bu çalışmalarla birlikte yavaş yavaş altyapı hazırlanıyor, iş ve üretim bütünlüğünün sağlanacağı eğitim modeli oluşturulmaya çalışılıyordu.

Cumhuriyet kurulmuştu, devrimler tek tek gerçekleşiyordu. Fakat ortada bütünleşememe durumu söz konusuydu. Cumhuriyet dönemi öncesinde eğitimin geliştirilmesi için birçok çaba sarf edilse bile Milli Mücadele dönemi nedeniyle eğitime gerekli yatırımın yapılamaması, halk tarafından eğitime yeterince erişilememesi gibi sebeplerden dolayı köylü halk Cumhuriyet ile kendisini bütünleştirememiş, kendi değerlerini kaybetmiş hissediyordu. Çare belliydi. Bu yeniliklerin amacının ilk önce muallimlere, muallimler aracılığıyla da halka aktarılması gerekiyordu.

Cumhuriyet Dönemi’nde öğretmen yetiştirme meselesi elbette yine gündemdeydi.

Dönemin Başbakan’ı İsmet İnönü 1925 yılında eğitim-öğretim alanında, hem 1924 yılında yürürlüğe giren Tevhid-i Tedrisat kanununa gelen tepkilerin beklenilen tepkiler olduğunu hem de yapılacak devrimlerin amacını muallimlere şöyle açıklamıştır:

‘‘Tevhidi Tedrisat’ın bazılarınca kötü yorumlanacağı ve öncülük edenin dinsizlikle suçlanacaklarını, doğurabileceği sonuçları biliyorduk. Birtakım ıslah önerileri ile eski kurumların yaşatılmasını isteyenler de mutlaka çıkacaktır. Fakat meclis, kararını verdi. Yavaş yavaş varılacak bir sonuca ivedilikle ulaşmak, devrim yapmaktır. Ve gördük ki bütün ileri dünyanın yolu aynıdır. Uygarlığı yakalayanlar hep bu yoldan yürümüşlerdir. Tevhidi Tedrisat, ülkenin bütün hayatında fikri, fenni, ekonomik ve sosyal alanlarda başlıca temelidir. Yaptığımız işi dine aykırı görmek, yapılan işi görmemektir. Bunun dinsizlikle hiçbir ilgisi yoktur. Bu sistemde başarılı olalım, on yıl azimle yürüyelim, şimdi bize karşı olanlar, din adına endişe duyanlar göreceklerdir ki Müslümanlığın asıl en temiz, en saf, en hakiki şekli bizde yaşayacaktır… O noktaya varıncaya kadar, biz bu gerçeği kanunla ve cebren telkine ve uygulamaya devam edeceğiz. .. Hedefe varmak için her cahilane itiraz ve girişim önlenecektir.’[3]

Bunun için çalışmalara başlandı. İlk aşamalardan birisi 789 sayılı yasa ile öğretmen okullarının, şehir muallim mektepleri ve köy muallim mektepleri olarak ikiye ayrılmasıydı. Bu gelişme ile beraber Türkiye’de köy ve şehir okulları için iki ayrı öğretmenin yetiştirilmesi yasallaşmış oldu. Bu gelişme köy enstitüleri için atılmış adımlardan sadece ilkiydi. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati’nin 1929 yılında vefat etmesi, şehir öğretmen okullarında da gerek sosyal gerek ekonomik açıdan sıkıntıların baş göstermesiyle beraber 1932 yılında Kayseri Zencidere, 1933 yılında da Denizli Köy Muallim Mektebi kapatılmış, dönem başında bu mekteplerde eğitim gören öğrenci sayısı fazla olmasına rağmen ne yazık ki dönemin sonlarına doğru yetişen öğretmen sayılarında ciddi düşüş yaşanmıştır

Köy öğretmenlerini yetiştirmek için yapılan bir diğer çalışma ise dönemin Maarif Vekili Dr. Reşit Galip tarafından yapıldı.  Bakanlıkta köy işleri komisyonu kurarak köy öğretmenlerinin hangi niteliklere sahip olması gerektiğini araştıran Dr. Reşit Galip hazırlamış olduğu rapora göre köy öğretmenlerinde bulunması gereken nitelikleri şöyle sıralamıştı:

●Köylüyü inkılapçı, laik, cumhuriyetçi inançlarla yetiştirmek ve bunları köylüye benimsetmek.

●Köylünün sosyal hayatında etkili olabilmek.

●Medeni Kanunun hükümlerini köyde hâkim kılmak.

●Modern görgü kurallarını köylüye öğretmek.

● Köyün ekonomik hayatını etkileyebilmek ve ileri tarım yöntemlerini, Pazar ilişkilerini onlara anlatmak.

●Köyün aydını olmak, öğretmenliğin bütün özelliklerine sahip olup bunları göstermek.[4]

Reşit Galip’in sağlık problemlerinden dolayı bakanlıktan ayrılmasıyla beraber 1935 yılında atanan Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan ve İlköğretim Genel Müdürlüğü’ne getirilen İsmail Hakkı Tonguç başlanan bu girişim için çalışmalara devam etmekteydi.

11 Haziran 1937 yılında TBMM’de 3283 sayılı Köy Eğitmenleri Yasası çıkarıldı.

Hasan Ali Yücel’in Milli Eğitim Bakanı olarak göreve gelmesi ve 1939 yılında tekrardan Maarif Şurasının toplanmasıyla beraber gündemde olan konu yine aynıydı. Köyde eğitim…

Köy öğretmeni yetiştirme projesi başarılı bir şekilde ilerliyordu. Öğretmensiz kalan köy sayısı gitgide azalıyor, uzun zamandır çözülemeyen problem yavaş yavaş meyvesini vermeye başlıyordu. Köy Enstitüleri’nin git gide altyapısı tamamlanıyordu.

Köy Enstitüleri Yasası görüşülürken dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel meclis kürsüsünden okuryazar oranı hakkında şu bilgileri vermiştir:

‘‘ Eğitim alanında yapılan tüm köklü reform girişimlerine karşın, kırsal kesimde okul yaşındaki çocukların %25’i ders görme olanağına sahiptir. Bu durum %80’i okula giden kentli okul çocuklarıyla karşılaştırıldıklarında tam tersi bir oran sergilemektedir.’’[5]

Köy Enstitülerine neden ihtiyaç duyulduğunu ve köy enstitülerinin faaliyetlerini ise şu sözleriyle açıklamıştır:

‘‘ Şehirlerde oturan vatandaşların çocuklarının %80’i okula gidiyordu, %20’si ise okumaktan mahrumdu. Köylerde oturan 13 milyon vatandaşın çocuklarının ise ancak %25’i okutulabiliyordu. Bu nedenle köylerdeki çocukları yüzde yüz okutmak için emek sarf edilmeliydi ve hayat tarzları o şekilde olsun ki, kendilerine köyde vazife verdiğimiz zaman doğal okul hayatları devam ediyormuş gibi vazifelerine memnuniyetle gitsinler ve bu işleri seve seve yapsınlar istedik, onun için Köy Enstitülerini kurmayı düşündük.’’[6]

17 Nisan 1940. Demokratik zihnin bir projesi: Köy Enstitüleri Yasası’nın Kabulü

Gitgide Atatürk devrimlerinin gerçekleşebilmesi, her kesimle buluşabilmesi için altyapı hazırlanıyordu.

Köy enstitülerinin öncüsü İsmail Hakkı Tonguç, en büyük destekçileri ise Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve Cumhurbaşkanı İnönü’dür. Dönemin başbakanı İsmet İnönü çalışmaları yakından takip ediyor, tüm desteğini veriyordu. Hatta kendisi ilköğretim konusunu ‘ümmetten ulus’ ve ‘kulluktan vatandaş’ olma sorunu olarak görüyordu.[7] Köklü bir eğitim sisteminin önemini ise şu cümleleriyle açıklamıştır:

‘‘ İlköğretimi olmayan memlekette Ortaçağ yönetimi bütün şekilleriyle devam eder. Resmi kurumlar ne derse desinler, ne haklar vatandaşlara tanınırsa tanınsın, hiç olmazsa ilköğretim derecesinde bilgi olmazsa, haklar ve vazifeler canlanmaz… Hür vatandaşlardan birleşik bir ulus olmanın çarelerinin başında ilköğretim çaresi gelir.’’[8]

Köy Enstitüleri Kanunu 17 Nisan 1940’ta TBMM’de görüşülmeye başlanmıştır ve tek oturumda 278 oyla kabul edilmiştir. Ancak 148 milletvekili oylamaya katılmamıştır.[9]  Kanunun oylanması sırasında hayır oyu gelmemiştir fakat oylamaya katılmayan milletvekili sayısı çok fazlaydı. Endişeleri, kabul etmek istemedikleri ve önüne geçmek istedikleri bir şeyler vardı. Tasarıya karşı çıkarak oylamaya katılmayan İstanbul mebusu Kazım Karabekir’in eleştirileri ise şunlardı:

‘‘ Bendeniz bu kanunda bir noktayı mahsurlu görüyorum. O da, üçüncü madde hükmü ile, Köy Enstitüleri, yalnız köy okullarını bitiren çocukları hasrediyor. Şehir ve kasaba çocuklarının köylerle temasını kesiyor.(…) Şu halde, 40-50 sene sonraki hayatı tasvir edersek, memleketimiz ikiye ayrılmış olacaktır. Biri, köylünün kendi ruh ile terbiyesi, biri de şehirli kısmı…(…) Biz şehir ve köy çocuklarını, böyle birbiriyle kaynaştıracak yerde, bir safiyeti fikriye ile ayırırsak, sonra acaba bu köylere başka taraflardan yapılacak telkinlerle, günün birinde, biz bu şehirlilerin karşısında başka fikirlerle onları mücehhez bulmaz mıyız…’’[10]

Köy enstitüleri yasası mecliste görüşülürken Kazım Karabekir’in eleştirisi gibi birçok eleştiriye rastlanmıştır. Eleştirilerin kökeninde ise, enstitülerin kentten uzakta yeni bir sınıf oluşturacağı, köylülerin parasız çalıştırılarak sömürüleceği, kız ve erkek öğrencilerin birlikte eğitim görmesinin ahlaka ters bir durum olduğu yatıyordu. Daha öncesinde de bir grup tarafından bu yönde eleştiriler alacaklarını, yasanın kabulünün zorlaştırılacağını ve hatta dinsizlikle suçlanacaklarını bilen Hasan Ali Yücel eleştirilere TBMM’de şu şekilde yanıt vermiştir:

‘‘ Şehirde ve köyde oturanlar, ulusal vicdan ve ulusal bilinç bakımından ayrı bir özellik gösterir görüşü yanlıştır. Kentte otursun, köyde otursun, ülkümüz birdir. Enstitüleri köy çevresinde kuruyoruz. Onlara kenti hiç göstermeyeceğiz kanısını nereden çıkardılar: ‘5’ yıl okutacağımız bu kişilere yarı- aydın dediler; ‘5’ yıl okulda, ‘5’ yıl enstitüde okuyan kişi yarı- aydın değildir, aydındır.’’[11]l

Enstitülerin amaçları, nedenleri ve yöntemleri de tam olarak bunlardı aslında. Eğitimde bütünlüğün, üreticiliğin, toplumsallığın, karma ve çağdaş eğitimin amacıydı enstitüler. Bu projenin de köyden başlaması esastı. Sonucunda bir kalkınma gerçekleşecekti ve kalkınmanın hedefine, özüne köylüyü koymak şarttı.

3803 sayılı Köy Enstitüleri Yasası Meclis’te kabul edilip yürürlüğe girdikten sonra 4 köy öğretmen okulu enstitüye dönüştürüldü. Yeni açılan enstitülerle beraberde ilk yıl 14 enstitüde eğitim- öğretim başlamış oldu. Bunlarla birlikte 1941 yılında 1, 1942’de 2 ve 1943 yılında 3 enstitü daha açılarak 4 yıl içerisinde 20 enstitü sayısına erişilmiş oldu.

Bu uygulamalarla beraber enstitü sayıları git gide artmaya, öğretmenler köylerde aydınlanmalarını gerçekleştirmeye, kendi ders alanlarını yaratmaya ve köylü kalkınmaya başladı. Yalnızca teorik bilgiyle kalmayıp pratik bilgiyle de buluşan öğrenciler üreterek öğreniyor, topraklarını keşfediyor, kendi tiyatro sahnelerini kurup kendi skeçlerini oynuyorlardı. Eğitimde var olan bu gelişme dışarıdan da oldukça fark ediliyordu. Aksu Köy Ens­titüsünü ve Yüksek Köy Enstitüsü’nü bitiren  Cavit Binbaşıoğlu bu farkındalığı şöyle dile getirmişti:

‘‘Köy Enstitüleri sisteminin eğitimimize en büyük katkısı, o güne kadar yalnızca eğitim kitaplarında görülen, fakat geleneksel eğitim ilke ve yöntemlerini, doğanın içinde hayata geçirmek olmuştur. Buralarda binlerce öğretmen adayı, bunları bizzat yaşayarak öğrenmişler ve gittikleri okullara da bunları taşımışlardır. ‘[12]

1942 yılında 4202 sayılı Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilat Kanunu’yla da sistem tamamen tamamlanmıştı.

Halkçılık ilkesinin esas alındığı ve bu vesileyle halkın her kesiminin eğitim ve kültür seviyesinin yükseldiği, halkın kendisini tanıdığı ve kararlarda söz alabildiği bir sistemdi enstitüler.

Köy Enstitülerinde en büyük görevde öğretmenlere düşüyordu. Köylüye dokunacak, köylüyü canlandıracak kişi belliydi. Enstitülü öğretmenler…

İsmail Hakkı Tonguç’a göre enstitülerde yetişen öğretmenler;

‘‘ Öğretmen, köyde inşa edeceği yeni tip okulla birlikte, çocuklara ders okutmak, vakti geldiğinde oyunlar oynatmak, temizlik ve bahçe işlerini yapmak, hayvanların bakımını gerçekleştirmek, işlik çalışmalarına ara vermeden devam etmek,  yetişkinlere akşam okulu veya meslek kursu açmak, köylülere rehberlik etmek gibi pek çok işi bir arada yürütecekti.’’[13]

Görüldüğü üzere enstitülü öğretmenlerde sorumluluk fazlaydı. Elbette ki Cumhuriyet aydınlanması köy öğretmenine çeşitli sorumluluklar yüklerken köy halkının da öğretmene olabildiğince destek olmasını istemiştir. Devlet öğretmenin bu sorumluluklarını yerine getirebilmesi için kendisine fiziksel anlamda materyal teslimi gibi kolaylıklar sağlayacaktı. Köy öğretmeninden beklenen görevler 19 Haziran 1942 yılında çıkan ‘Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilat Kanunu’nun ikinci bölümünde de açıklıkla belirtilmiştir.

‘‘Biliyor musun ne düşündüm onlara baktıkça? Elimde bunlar gibi yetişmiş gençlerden birkaç tümen olsaydı, Türkiye’nin yazgısını değiştirirdim ben!’’

                                                                                                      İsmet İnönü

Toplumsal değişim ve dönüşümün en önemli aracı eğitimdir. Yapılan ve desteklenen bu çalışmalar ile enstitülü öğretmen köylüye önayak, köylünün kalkınmasına destek olacak, köylüye rehberlik edecektir. Bu şekilde köylü halk, toplumsal değişim ve dönüşüme katılacak, değişimin kendisi olacaktır.

.

Köy enstitülerini temelleri Atatürk döneminde atılmış, uygulaması ve yeşermesi ise İnönü döneminde olmuştur. Kısa bir süreçte bile olsa uygulanan enstitüler, sosyal, kültürel, ekonomik birçok açıdan olumlu sonuçlar doğurmuştur. Hatta sonraki yıllarda dahi Unesco tarafından özgün bir model olarak nitelendirilmiş ve gelişmekte olan ülkelere ‘kalkınma yöntemi’ olarak önerilmiştir.

Köy Enstitüleri’nin kapanışına giden süreç

Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, İkinci Dünya Savaşı’na Türkiye’nin girmemesi için tüm önlemleri titizlikle aldı. Fakat ne yazık ki savaş devam ederken Türkiye savaşa girmese bile özellikle ekonomik anlamda oldukça etkilenen ülkeler arasındaydı. Yavaş yavaş ekmek, şeker gibi temel gıdaların azalması ve aile üye sayılarına göre bu gıdaların karne ile dağıtıma başlanmasıyla beraber ekonomik anlamda sıkıntılar baş göstermeye başlamıştı. Var olan bu kıtlık sürecinde önem verilen tek sosyal proje ise Köy Enstitüleri olarak kalmıştı.

Bu süreçte ikinci dünya savaşından ekonomik olarak etkilenmemizin yanında dönem koşulları sebebiyle yeni ideolojik akımların oluşmasıyla karşı karşıya kaldık. Hitler’in ‘nasyonel sosyalist’ ve İtalyan şefi Mussoli’nin ‘faşist’ ideolojileri Türkiye’de de ilgi odağı haline geldi ve aşırı milliyetçi, ırkçı ideolojiler oluşmaya başladı. Bu ideolojiler kapsamında çeşitli dergiler faaliyet göstermeye başlamasıyla ‘Yürüyüş’ dergisi komünist düşünce yapısını, ‘Yurt ve Dünya’ dergisi sosyalist ve sol eğilimleri, ‘Gökbörü’ dergisi Turancı, ırkçı eğilimleri temsil etmekteydi. [14]

Bilindiği üzere Köy Enstitüleri Yasası 17 Nisan 1940 yılında TBMM’de kabul edildi. Fakat dönemin milli eğitim bakanı Hasan Ali Yücel 5 Ağustos 1946’da istifa etti. 1954 yılında ise Demokrat Parti tarafından enstitüler kapatıldı. Enstitülerin kapatılış sürecine, kapatılmasına neden olan eleştirilere bakmak gerekirse;

Açıkçası yasa, TBMM’de görüşülürken bile oy kullanmayan kişilerce eleştirilere maruz kalmıştı. Hatta yasanın kabulü aşamasında yapılan ilk itiraz, Kazım Karabekir’den köylü ve kentli çocuklar arasında ikilik yaratacağı yönündeydi. Daha sonra enstitülerin yıkılması aşamasında ise kendisi ‘‘Atatürk’ü gençliğin vicdanından söküp atmadıkça bu ülkeye huzur gelmeyecektir.’’[15] Sözleri ile tepkisini tekrardan ortaya koymuştur. 1940 senelerinde yaşanan bu tartışmalar 1943 yılında 4274 sayılı Köy Okulları ve Enstitüleri Teşkilat Yasa Tasarısı görüşülürken de yaşanmıştı. Yasa’da enstitülü öğretmenlere düşen sorumluluk ve nitelikler üzerine Eskişehir Mebusu Emin Sazak;

‘ Bu madde, 10. Madde, öğretmenlere o kadar yetki veriyor ki, hekim, hâkim, ne biliyim mürşit, peygamber, hepsi, askeri işlerde akıl verecek, hülasa her şeyi yapacak.’’[16] Eleştirilerinde bulunmuştu.

İnönü’nün Cumhurbaşkanı seçilişinden sonra döneme damgasını vuran temel yasalar,

  • Milli Koruma Kanunu
  • Toprak Mahsulleri Vergisi Kanunu-
  • Varlık Vergisi Kanunu
  • Köy Enstitüleri Kanunu
  • Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu yasalarıdır.

Bu beş yasa da dönemin bütün niteliklerini, hedeflerini, fikir ve düşüncelerini ortaya koyan niteliktedir. Fakat köy enstitülerinin kapanış aşamasında fark edilen bir nokta vardı. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’na karşı gelenler, Köy Enstitüleri Kanununa da karşı gelmişlerdi. Bu iki yasa birbirleriyle bir noktada aynı hedefteydi. Köy Enstitüleri Kanunu köylüyü kalkındırmayı, Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu da toprak reformunun alt yapısını oluşturmayı hedefliyordu.

Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu mecliste görüşülürken Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü, Refik Koraltan ve Emin Sazak ret oyu vermişlerdi. [17]

 Bu iki yasa arasında ki en bağlantılı ilişki ise şuydu. Mecliste ki büyük toprak sahipleri, 17 Nisan 1940’ta Köy Enstitüleri Kanunu’ndan rahatsız olmuşlardı fakat sessiz kalmayı tercih etmişlerdi. Çiftçiyi Topraklandırma Yasası’nın asıl amacı ve içeriği ise kısaca şuydu: Tarıma elverişli yerlerde 1000 dönüm üzeri, tarıma elverişsiz olan yerlerde ise 2000 dönümün üzerindeki topraklar devlet tarafından kamulaştırılacak ve topraksız köylüye dağıtılacaktı. Yani bu kanununda ucu büyük toprak sahiplerine dokunuyordu…

Devlet tarafından yapılacak olan kamulaştırmalar toprağın gerçek bedeli üzerinden değil arazi vergisi bedeli üzerinden yapılmaktaydı. Adnan Menderes ve arkadaşları bu verginin değiştirilmesi için çabaladılar fakat çabaları karşılık bulamadı. Bunun üzerine Adnan Menderes, komisyonun raportörlüğünden istifa etti.[18] Daha sonra Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuat Köprülü ve Refik Koraltan 7 Haziran 1945’te CHP Meclis Grubu’na ‘‘Dörtlü Takrir’’ adında dört imzalı önergeyi verdiler. Bir süre sonra dört milletvekili de CHP’den istifa etti. Bunun ardından 1 Kasım 1945 tarihinde de Cumhurbaşkanı İsmet İnönü meclis açılış konuşmasında çok partili hayata geçileceğinin mesajlarını verdi.

Yavaş yavaş Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’e saldırılar başlıyordu.  En büyük suçlamalardan birisi komünistlikti. Suçlamalara göre Hasan Ali Yücel bir komünist, köy enstitüleri de komünist yuvasıydı. İddialara göre öğrencilerin okul yapımlarında, tarım ve teknik uygulamalarında, temizlik ve bakım işlerinde çalışmaları komünist rejimi andırmaktaydı. Köy enstitülerinin kitaplığında bulunan birçok kitap Maarif Bakanlığı’nın izniyle Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu, Yüksek Ziraat Mektebi gibi kurumlardan gönderilmesine rağmen bu kitapların askerliğe, milliyetçiliğe aykırı kitaplar olduğu iddia ediliyordu. Enstitülere komünistlik suçlamalarının gelmesine olanak sağlayan diğer noktalardan birisi, dönemin Başmüfettiş İsfendiyaroğlu’nun yaptığı denetlemeler sonucu, enstitülerde sol görüşlü yazarların kitaplarına rastladığını belirtmesidir. Oysaki İsfendiyaroğlu 1943 yılında Çifteler Köy Enstitüsü’ne yaptığı ziyaret sonucu yazdığı raporun tamamen temiz olmasına rağmen, 1947 yılında yaptığı denetleme sonucu yazdığı raporda birçok eleştiri yer almaktaydı. Dört yıl arayla yapılan bu denetleme sonucu ortaya çıkan farklı algılanmalarda devrin siyasi konjonktürünün etkisi oldukça fazladır.

 Birçok köylü için o dönemde en korkulan ideoloji komünizmdi. Haliyle yapılacak bu eleştirilerin halkın üzerinde çok etkili olacağı ve halkın vereceği tepkiler önceden görülmüş ve enstitülerin kapatılması için tetikleyici bir sebep olacağı çok açık bir şekilde önceden tahmin edilmişti. Komünistlik suçlamalarının bir diğer nedeni ise Ziraat marşı olarak gösterilmekteydi. Enstitülerin kendi marşları, komünistlikle ve vatan hainliği ile suçlanmalara neden olmuştu.

‘‘ Sürer, eker, biçeriz, güvenip ötesine

Milletin her kazancı, milletin kesesine,

Toplandık has çiftçinin Atatürk’ün sesine,

Toprakla savaş için ziraat cephesine.

Biz ulusal varlığın temeliyiz, köküyüz,

Biz yurdun öz sahibi, efendisi köylüyüz.’’

Oysaki köy enstitülerinden – ki köy enstitüleri alanındaki en önemli yazarlardandır.- Fay Kirby’in 1960 yılında Columbia Üniversitesi’ndeki doktora tezinde, enstitüler hakkında ‘‘ Türk olan şeyin en Türk’ü, yerli olan şeyin en yerlisi’’ diye bahsediliyordu.

Bir diğer en genel suçlamalar ise ahlaksızlık suçlamalarıydı. Köy enstitülerinden önce de karma eğitimin görülmesi, fakat enstitülerde eğitimin karma olmasının yanında yatılı olması birçok kesimi rahatsız etti ve enstitülerin kapatılması için önemli sebeplerden birisi haline geldi.

Araştıran, sorgulayan, düşünen öğrenciler belirli grupları rahatsız etmişti.

1950 seçimiyle iktidarın değişmesiyle birlikte Demokrat Parti iktidara gelir. Yeni hükümetin Milli Eğitim Bakanı Avni Başman’dır. Avni Başman yaptığı ilk konuşmasında köy enstitülerinin yapısını değiştirecek bir program hazırladığını ve artık enstitülerin köy öğretmeni yetiştiren bir meslek okulu olacağını yani enstitüleri öğretmen okulu şekline sokulacağını belirtir. Bellidir ki iktidar enstitüler ile oldukça ilgili ve alakalıdır.

Yavaş yavaş köy enstitüleri tarihin arka sayfalarına atılmaya başlanmıştır. 1950 yılında karma eğitime son verilmiş, kız enstitülerinin yerleşke olarak uzak yere taşınmasıyla beraber, aileler kız çocuklarını uzak yerlere gönderememiştir ve doğrudan kız çocuklarının eğitim görme oranı düşmüştür. Maddi manevi köy enstitüleri varlığını yitirmekteydi. 1953-1954 öğretim yılında da ‘Köy Enstitüleri Öğretim Programı’ kaldırılarak yerine ‘Öğretmen Okulları ve Köy Enstitüleri Programı’ kabul edilmiştir.

Hatta o zaman diliminde Türkiye’ye gelen Hindistan Milli Araştırma Enstitüsü’nden bir müdür birkaç tane öğretmen okulunu gezdikten sonra şu cümleleri kurmuştur:

‘‘ Öğretmen okullarınız hangi safhalardan sonra bu hale geldi? Daha önce herkesçe takdir edilen Köy Enstitüleriniz varmış öğrendiğime göre. Hasanoğlan Öğretmen Okulu akademik öğretim yapan diğer okullardan farksız. Programında ziraat, pratik, sanat ve genel bilgi konularını ihtiva eden faaliyetler istendiği halde müessesede kaldığım bir hafta içinde yalnız çocukların derslerine girip çıkmalarından başka bir çalışma şekli görmedim…’’[19]

Bir diğer izlenim ise Fay Kirby tarafından idealist öğretmenlerin, yeni öğretmen okullarında üretmek için bir şeyler yapmaya kalkıştıklarında karşılaştıkları komünist damgası yüzünden büründükleri hali şöyle aktarılmıştı:

‘‘ 1952’de gezdiğimiz ve adını saklı tutacağımız bir köy enstitüsünde, öğretmenlerin çoğu tam bir Boğaziçi kahvesi havası içinde tavla, iskambil oynuyorlardı. Derse gelme zamanı gelenler, ellerindeki zarları ya da iskambil kağıtlarını hiddetle masanın üstüne vurup derse gidiyorlardı. Çoğunun kılığı düzgün değildi ve tıraş olmamışlardı. Bu havaya uymayan bir azınlık vardı ki, bunların ‘komünistlikte şüpheli’ oldukları söyleniyordu. Bu şüpheden kendini kurtarmak isteneler, bu Boğaziçi kahvesi havasına girmek zorundaydılar.’’

Maddi manevi içi boşaltılmıştı enstitülerin… ‘Enstitüleri öğretmen okulları ile birleştiriyoruz.’ Demek ‘Enstitüleri kapatıyoruz.’ un ön kesitiydi.

Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün, Cumhuriyet rejiminin enstitüler ile var olabileceği ve eğitim devriminin ancak bu şekilde sağlanabileceğini düşünmesi ve bu sebeple her anlamda enstitülerin güçlenmesi ve yaygınlaşması için var gücüyle çalıştığı yadsınamaz bir gerçektir. Hatta geçmiş dönemlerde İsmail Hakkı Tonguç ile enstitü ziyareti sırasında kendisine enstitü sayısının muhakkak artması, hedefin yükselmesi gerektiğini ve bu noktada devletin bütün imkânlarıyla destek olacağını söylemiştir. İsmail Hakkı Tonguç ziyaretlerden döner dönmez Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’e enstitülerin sayılarının çoğaltılması adına raporunu teslim etmiştir. Enstitü sayılarının artmasıyla beraber İnönü’nün bir diğer isteği ise öğretmen yetiştirme konusu olmuştur ve ‘‘Enstitülere yeniden öğretmen yetiştirmek, olanları kurstan geçirmek sizin çözümleyeceğiniz işlerdir. Bunlara hemen girişin.’’ Direktifinde bulunmuştur. [20]

Köy Enstitüleri sayısının artmaya başlamasıyla İsmail Hakkı Tonguç öğretmen bulmakta sıkıntı yaşıyordu. Cumhurbaşkanı’nın önerisiyle, 19 Eylül 1942 yılında köy enstitüsüne öğretmen yetiştirmek adına Yüksek Köy Enstitüsü açılmasını öneren yazıyı bakanlığa yolladı. Fakat işler tam anlamıyla planlandığı gibi olmadı. Köy Enstitüleri ve öğrenci sayısı gitgide artıyordu fakat o dönemde o niteliklere sahip öğretmen yetiştirmekte oldukça zorlanılıyordu. Bu zorluklar karşısında İnönü’nün bir yılda kırk köy enstitü sayısının altmış köy enstitü sayısına ulaşma talebi Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç’u biraz ürküttü. Bu önergeyi gerçekleştiremeyeceklerini İnönü’ye söylediklerinde ise İnönü şu yanıtı verdi:

‘‘ Çok büyük bir fırsat kaçırıyorsunuz. Bu savaş yıllarından yararlanarak bunları yapmalı idiniz. Savaştan sonra ne olacağı belli değildir. Bunların hiçbirisini bize yaptırmayacaklardır. İleride beni dinlemediğinize çok pişman olacaksınız.’’[21]

Ne olursa olsun 1946 yılında Cumhurbaşkanı İnönü TBMM’de;

‘‘ Bütün askeri ve siyasi hayatımdaki vazifelerin hiçbirini kale almadan diyebilirim ki öldüğüm zaman Türk Milletine iki eser bırakmış olacağım: Biri köy okulları, diğeri de çok partili hayattır.’’

Bu cümleleri aktarırken 1967 yılında CHP Genel Başkanı olarak yaptığı bir konuşmasında ise

‘‘ Kültür alanında 44 sene zarfında yapabildiğimizden çok daha ileri gidebilirdik. Bunun hicranını ben daima çekerim.’’

Bu kelimeleri aktarmıştır…

CHP döneminde kurulan köy enstitüleri yine CHP’nin başka hükümetleri döneminde yıpratıldı ve Demokrat Parti tarafından bir yasayla kapatıldı. Şu zamana kadar bahsedilen tüm durumlardan da anlaşılacağı üzere Cumhurbaşkanı İsmet İnönü her zaman var gücüyle enstitülere destek vermesine rağmen neden İnönü’nün 1946 yılından sonra köy enstitülerini sahipsiz bırakıldığı iddiaları söz konusudur?

Belli ki ortada CHP’nin köy enstitülerine bakış açısında bir değişim var. Değişen siyasi koşullarla beraber CHP’nin köy enstitülerine bakışının değişmesinin içinde tek parti rejiminden çok partili rejime geçişin etkisi vardır. Tek parti rejimlerinde, o ülkedeki siyasal eğilimler tek bir resmi görüş içerisinde eriyip gitmezler, fakat tümü de belli uzlaşmalar ve dengeler içinde, o parti içinde yer alırlar. Bu nedenledir ki tek parti sistemlerinden çok partili sisteme geçildiğinde, yeni partiler, eski tek partinin içinden koparak doğarlar. [22]

Aslında durum birazda şöyle gelişmişti. Köy Enstitüsü Kanunu’na karşı tarafsız kalan ve Çiftçiyi Topraklandırma Kanun Tasarısı’na karşı çıkan grup CHP’den ayrılarak Demokrat Parti’yi kurmuştur. Haliyle Demokrat Parti’nin başlıca eleştirileri köy enstitüleri ve toprak reformudur. Fakat hali hazırda Demokrat Parti ile aynı düşünceye sahip olan fakat CHP’nin içerisinde yer alan bir grupta vardı. Belki de bu grubun CHP’nin içerisinde kalması için ödün verilmesi gereken konular ve zorunluluklar söz konusu olabilirdi. Ve ödün verilen şey ne yazık ki enstitüler oldu.

Bu süreçten sonra Hasan Ali Yücel bakanlıktan uzaklaştırıldı, İsmail Hakkı Tonguç da görevden alınıp eğitim- iş öğretmenliğine atandı.

Köy Enstitüleri ile ilgili İnönü’nün, CHP’nin 1961 sonrası kurduğu hükümette Sanayi Bakanı Muammer Erten’e yaptığı açıklamayı dönemin köşe yazarı Mustafa Emekçi 21 Temmuz 1994 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde ‘İsmet Paşa’nın savunması’ başlığı altında yayınlamıştır. ‘Savunma’ birinci ağızdan tam olarak şöyleydi:

‘‘ Herkes benim zayıflığım gibi görür ama benim gücümdür aslında; mesela ben Köy Enstitüsü fikrine inanmışımdır. İnanmış bir insan, sonuna kadar bunu yürütür, idealizmde, felsefede bu böyledir; ama en politikacıyım, uygulayıcıyım. Ben gücüme göre gücümün var olduğu yerde, gücümü gösterebilirim. Ben dahi değilim, gücümle tecrübemle, memleketi menfaatlerini en üst seviyede tutarak meselelere çözüm bulurum. Ben gücümün bittiği yerde bir politikacı, bir tecrübe sahibi insan olarak bir noktada, onu gelecekte tekrar uygulamak üzere bir noktada dururum. 

Bu aslında benim gücümdür. Çünkü artık gücümü kaybettiğim noktada, ‘Ben bu işi yürüteceğim!’ diye yürüdüğüm zaman, artık tamamıyla yok olma durumu vardır; ben gücümün bittiği yerde, her şeye rağmen, yok olucu bir harekete yönelmem. Orada dururum. Zaman, benim için önemli bir faktördür, zaman içinde imkanlar gelir önüme, bir noktada bıraktığım fikrimi yeniden uygularım.

Değişen zaman içinde de bana yeni fikirler gelmemiş, o fikrin doğruluğu bende bir kanaat olarak devam ediyorsa, onu yeniden uygularım. Köy enstitüsü meselesi de böyle olmuştur.

Benim gücüm o zaman nereden geliyordu? Partiden, parti meclis grubundan, gücümü ben burada alıyordum. Bu konuda, bütün bu organlarda gücümü kaybetmiştim. Ordunun üst kademesinde de huzursuzluk başlamış… Onun için bir süre, en çok bu konuda saldırıya uğrayan Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’le Genel Müdür Tonguç’u onların da gönlünü alarak bir süre için şimşekleri bu olay üzerinden uzaklaştırmak istedim.  Fakat sonradan demokratik hareketleri de başlatınca, olaylar öyle gelişti ki kendi cereyanında yürüdü ve bir an geldi ki artık Köy Enstitüleri’ni eski gücüyle, eski ruhuyla devam ettirmek olanakları benim elimden çıktı.’’[23]

İsmail Hakkı Tonguç ve Hasan Ali Yücel’in vefatından sonra 18 Nisan 1966 tarihinde İsmet İnönü köy enstitüleri ile alakalı ise şu cümleleri kurdu:

‘‘ Köy enstitüleriyle, kapalı olan köylü hazinesi keşfolunmuştur. Bunun mütehassısları cesaretle bunun içine girdiler. Başarıyı, ilk önce burada değerlendirmek lazımdır. Köy enstitülerinde çalışanları, Hasan Ali Yücel’i, Hakkı Tonguç’u rahmetle anmak isterim. Ben devletin başındaydım. Köy enstitülerinin asıl zahmetini çekenler, bu eserin mimarları ve onun tutunması için çalışanlardır. Eser, onlarındır…’’[24]

Köy Enstitülerinin ilmik ilmik alt yapısının hazırlanması, kurulması, her zorluğa karşın işlemesi ve kaldırılması içten içe aydınlanma hareketine karşı koyan güçler tarafından yapılmıştır. Hasan Ali Yücel, İsmail Hakkı Tonguç, İsmet İnönü ve arka sahalarda var gücüyle bu aydınlanmaya ışık tutan onlarca insanın cumhuriyet rejimi ışığında eğitim ile beraber yaratmak istedikleri köklü değişimler, aydınlanma devrimine karşı gelen çeşitli gurupların bir araya gelmesine sebep olmuş ve bu köklü değişimler tamamlanamadan karşıdevrimciler bu projeyi sonlandırmışlardır.

Demokrasiye geçiş en çok bu gerici güçlerin ve karşıdevrimcilerin işine yaramıştır ve Yücel’in kişiliğinde, Atatürk’e ve onun Aydınlanma Devrimleri ’ne saldırmışlardır… [25]


[1] Ahmet Özgür Türen, Köy Enstitüleri Dosyası, İstanbul, 2018.

[2] Filiz Yel, ‘Atatürk Döneminde Köy Öğretmenliği’, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, D.E.Ü. Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, İzmir, 2008.

[3] Necdet Sakaoğlu, Cumhuriyet Dönemi Eğitim Tarihi, İstanbul 1992.

[4] Filiz Yel, Atatürk Dönemi Öğretmen Yetiştirme Politikası

[5] Hasan Ali Yücel, Cumhurbaşkanları, Başbakanlar ve Milli Eğitim Bakanlarının Milli Eğitimle İlgili Söylev ve Demeçleri, Ankara, 1946.

[6] Ahmet Özgür Türen, Köy Enstitüleri Dosyası, İstanbul, 2018.

[7] Ahmet Özgür Türen, Köy Enstitüleri Dosyası, İstanbul, 2018.

[8] Şerafettin Turan, İsmet İnönü,

[9] Ahmet Özgür Türen, Köy Enstitüleri Dosyası, İstanbul, 2018.

[10] Cemil Koçak, Türkiye’de Milli Şef Dönemi, İstanbul, 1996.

[11] Alev Coşkun, Hasan Ali Yücel, İstanbul, 2007.

[12] Cavit Binbaşıoğlu, Çağdaş Eğitim ve Köy Enstitüleri, İzmir, 1993.

[13] İsmail Hakkı Tonguç, Köy Okullarının Yönetimi.

[14] Alev Coşkun, Hasan Ali Yücel, İstanbul, 2007.

[15] Mahmut Makal, Deli Memedin Türküsü, Ankara, 1993.

[16] Necdet Ekinci, Sanayileşme ve Ulusallaşma Sürecinde Toprak Reformundan Köy Enstitülerine, Ankara, 1997.

[17] Alev Coşkun, Hasan Ali Yücel, İstanbul, 2007.

[18] Şerafettin Turan, İsmet İnönü.

[19] Mahmut Makal, 17 Nisan, İstanbul, 1959.

[20] Engin Tonguç, Bir Eğitim Devrimcisi, İ. Hakkı Tonguç.

[21] Engin Tonguç, Devrim Açısından Köy Enstitüleri ve Tonguç.

[22] Alev Coşkun, Hasan Ali Yücel, İstanbul, 2007.

[23] Cumhuriyet, Ç.Yetkin, 21 Temmuz 1994.

[24] Şevket Süreyya Aydemir, İkinci Adam, İstanbul, 2011.

[25] Fay Kirby, Türkiye’de Köy Enstitüleri, Ankara, 1962.

Buse Mızrak